Feriköy’de doğdu. Taksim’in kalabalığında top peşinde koşan, okulu sevemeyen ama hayatı oyuna dönüştürmeyi bilen bir çocuktu. O çocuk bir gün Kirlof’un kortlarında top toplamaya başladı. Henüz 16’sındaydı. Belki de farkında değildi, o an, Türk tenisinin geleceğini değiştiriyordu.
Gazozuna oynanan maçlar, avanslı setler, bitmeyen antrenmanlar… Ve sonra TED kortlarından yükselen bir yetenek. Şevket Galatalı’nın “Oğlum bizim kulübe gel” çağrısıyla, bir ömürlük tenis serüveni başlamış oldu.
Ankara yollarında, 19 Mayıs kortlarında, ellerinde nasır, gözlerinde umut vardı. O artık Türkiye’nin 1 numarasıydı. 1951’den 1965’e kadar tam 15 yıl boyunca kimseye kaptırmadı o unvanı.
Beyrut’tan Selanik’e, Viyana’dan Wimbledon çimlerine uzandı. O çim kortlara ilk ayak basan Türk tenisçiydi. Amerika Açık’a doğrudan katılma hakkı kazandığında, bu ülkenin adını kortlara yazdırmıştı bile.
Ayakkabısını kendi alan, harcırahıyla dünyayı dolaşan, dizliğiyle bile maça çıkan bir mücadele insanıydı NAZMİ BARİ.
Kortlarda ter dökerken, içinde hep o Feriköy çocuğunun azmi vardı.
Yetiştirdiği öğrenciler Avrupa’ya, Kanada’ya, Amerika’ya gitti. Türk tenisinin köklerini derinlere taşıdı.
20 Eylül 2008’de, raketini sessizce bıraktı.
Türk tenisinin tarihine sadece bir şampiyon olarak değil, bir karakter, bir inat, bir tutku olarak kazındı.
Bugün, onun doğum günü
Bir raketin sesi kadar sade, bir galibiyet kadar içten bir saygıyla. İyi ki vardın NAZMİ BARİ.
Not: Alıntıdır, sizlerle paylaşmak istedim🤗
Bekir EMRE
English