TED Kulübünün doğumu 1936 senesindedir. Bir asra yakın süredir onurla ve benliğini sürekli geliştirerek yaşamını sürdürmektedir. Beyaz Spor olarak adlandırılan tenisin ülkemizdeki başlıca beyaz lokomotiflerindendir. 6 branşı ile bu güzel vatana sağlıklı iyi insanlar yetiştirmek başlıca misyonudur.
TED tarihi boyunca branşlarının federasyonlarına saygı çerçevesinde yaklaşmış, tecrübesinden kaynaklanan bilgeliği ile destek vermeye çalışmıştır. Bunu yaparken de haksız bulduğu konu ve kararlarda kendi hakkını kıyasıya savunmuş, gerektiğinde de ceketini alıp gitmekten yüksünmemiştir. Ancak hep yol gösterici olmuştur. Federasyonlara kulüplerle varolduklarını daima anımsatırken, onların da bir yerde devleti temsil ettiğinin bilincinde olmuştur.
İşte bu nedenle seçimlere katılmak bizler için bir devlet görevidir. Bu doğrultuda tek aday olarak girilecek seçimlere bile tam kadro katılırız. Son Tenis Federasyonu seçimlerinde de öyle yaptık.
Evet yeni bir Tenis Federasyonu var önümüzde. Bilgiler paydaşlarla şeffaf bir şekilde pek paylaşılmadığı için gelişlerinin, şık olmayan yanları olduğunu düşünüyorum. Ancak artık seçilmiş yeni bir ekip ile işbirliği yapılacağına göre öncelikle onlara hayırlı olsun! Gidene de “uğurlar olsun”!
Yeni federasyonumuz hanım ağırlıklı. Tenisle de pek ilgili olmadıkları ortaya konuluyor! Eleştiri düzeyi, çağdaş olmayan toplumlarda belden aşağı ve tahammülsüzdür. Hele ki gelenden ikbal bekleyip bulamayanlar pek çirkinleşirler. Bu açmazlarını sosyal medyada ayaklar altına indirirler. Yapılacak en güzel şey bunları kâle almamaktır.
Ülkemizde kadınlar pek çok iş kolunda yönetici olarak muvaffak olmuş, nice dünya devlerinin en üst düzey kadrolarında yer almaktadır. Bunların sayısı da gün geçtikçe artmaktadır. Dolayısıyla yöneticilikte hangi seksten olduğunuzun çağdaş dünyada pek esamesi okunmuyor. Ayrıca unutmayın ki, son yıllarda bu güdük sporumuzda bizlere en büyük başarıları yaşatanlar hep kadınlar. Ferden ve/veya takım olarak.
İlaveten yönetim kadrosundakiler profesyonel kadrolarını iyi kurarlarsa, “bunlar ellerine raket bile almamışlar” türünden yaklaşımlar da hepten boşa çıkar.
Son günlerde bir de kulüpler arasında “ayırımcılık” konusu ivme kazandı. Maalesef ortada öyle bir cehalet varki rahmetli Sakallı Celal’in söylemi kanıtlanıyor: “Bu denli cehalet ancak okuyarak olur”! Kulüpler arasında nasıl ayırımcılık olmaz? Öncelikle sözcükleri birbirine karıştırmayın. Adalet, hakkaniyet başka şeydir ayırımcılık başka! Güncel moda diye bir sözcük kullanıyorsanız yazık size!
Siz Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş gibi her biri en az 10 küsur branşı (bu sıralamaya kadınları ve gençleri de ekleyebilirsiniz!) yetiştirmekte olan kulüplerle sadece bir yöre belediyesi desteği ile salt futbola sırtını dayamış kulüpleri nasıl aynı kefeye koyabilirsiniz!
Aynı şekilde 6 branşta (Tenis, Eskrim, Dağcılık, Masa Tenisi, Basketbol ve Jimnastik) kadınlı, erkekli, genci ve yaşlısıyla yılda en az 5 uluslararası turnuva ortaya koyabilen, günde tesisine 200 küsur genç giren TED ile salt sosyal tenise odaklanmış bir kulübü tartamazsınız!
İki kort + bir sosyal bina ve bir elin parmaklarından az sporcusuyla ancak bir lokal olarak adlandırılabilecek bir hüviyet ile ENKA gibi bir dev ya da TED gibi entegre bir kulüp arasında hangi ayırımcılıktan, eşitlikten bahsedebilirsiniz? Hadi canım siz de!
Bu ülkenin teniste başlıca eksikliği uluslararası camiada değeri kanıtlanmış bir tenis direktörü ya da koordinatörüdür. Bu ülkede maalesef hala ve hala tenisin planlaması yapılmamaktadır. Yapılıyorsa da uyulmamaktadır. Günü kurtarmakla geçiriyoruz maalesef.
Kırk yılda bir ailesinin sabrı ve kesesi sayesinde yetişen bir oyuncumuzu da öyle bir cilalayıp parlatıyoruz ki doğduğu süratle batıyor! Yakın geçmişe bir bakınız…İpek, Marsel, Çağla, Cem! Şimdi neredeler?
Tenis Kulüplerde büyür gelişir. Bir tenis merkezinde de odaklaşır. Her hafta 10-15.000 dolarlık kıytırık ITF turnuvaları yaparak siz ancak kendinizi kandırırsınız. Öyle oyuncu yetişseydi şu anda bizim ilk 100 içerisinde en az 5 oyuncumuz olurdu! Her hafta elin adamından başka kimseye yaramayan bu turnuvaları yapacağınıza :
12 ay tenis oynanabilen Akdeniz çanağındaki otellerden yılda 1.000’er Euro destek alın (ayda 84€ eder). Kışın ortasında tüm Kuzey Ülkeleri, Avrupası ve Amerikasıyla, kapalı kortlara sıkışmışken bir ATP 250 ya da ATP 500 organize edin. Bakın bakalım tenisimiz çağ atlıyor mu atlamıyor mu? Kışın inler ve cinlerin top oynadığı otellerimiz de dünyanın her yanından konuklarla doldursunlar odalarını. Bu organizasyonu da her 2-3 yılda bir yörenin bir başka kentiyle (ve de tesisiyle) değiştirdiğiniz takdirde de tüm yöreye yayılmış olur.
Gençler için bu ITF turnuvaları yararlı olabilir. Ama unutmayın ki bu turnuvaları gençlerimiz değil artık raketini asmak zamanı gelmiş uluslararası tenisçilerimiz oynuyor (ki onlar bile bu turnuvalarda 2.turdan öteye geçemiyorlar). Zira çoğu gençlerimizin bunlara girecek yeterli puanları yok! Olsa da önemsemiyorlar! Önemseseler de onları zorlayacak bir birim yok ortada. “Ben yaptım oldu” şeklinde yürümüyor günümüz dünyasında işler. Hele ki “dostlar alışverişte görsünler” şeklinde HİÇ!
“Gün doğmadan neler doğar” diye bizim umudumuz hiç tükenmiyor! Haydi hayırlısı.
Hoş ve esen kalınız,
Bekir Emre